Welcome Merhaba Hallo

2022 / 15 February

Cezaevi süreci


 

Cezaevi süreci

YETER: “12 Eylül’ün gelmesiyle, birlikte kısa bir süre sonra, benim arandığım ortaya çıktı. O dönemde devlet şöyle bir şey yapmıştı, aradıkları insanları, afiş diyoruz, orada işte adı, soyadı, doğum tarihi de var mıydı, yok muydu unuttum böyle, her tarafa, mesela ben Ankara’da yaşıyordum ve orada aranıyormuşum, ben de gördüm de kendimi daha sonra. Afişlerde isimler var duvarlarda, bir çok yerde, işte restorantların kapılarında, otobüslerde, durup durup televizyonda hep gösteriyorlar felan. Aranıyordum. Ne olacak? Zaten çok kısa sürede bir çok arkadaşımızı hemen yakaladılar, cezaevleri hemen dolmaya başladı. Ben süreç olarak hemen hemen en son yakalananlardan birisiyim. Babam organize etti. Beni Ankara’nın dışında, kendi iş yerinde çalışan bir arkadaşının yanına göndermişti, başka bir şehre.

Ben o şehirde biraz kaldım ama öyle bir şey ki, herkes tedirgin, ben aranılıyorum. En çok korkutuğum olaylardan birisi ben aranırken birinin evinde yakalanmak olayıydı. Çünkü yakalndığım anda o insana zarar verecektim. Bundan dolayı da, lütfen diyordum, lütfen eğer ki yakalanacak olursam beni cadde, sokakta, otobüste, her neredeyse, bir yerde tek başıma yakalasınlar istiyordum. Biliyordum bir gün yakalanacağımı. Yani, biliyordum derken, çünkü artık tıkanmıştı, bütün yollar tıkanmıştı. Gideceğim başka bir yer yoktu. Geçici olarak kimi zaman üç dört saatliğine, kimi zaman bir günlüğüne insanların evine gidiyorum ama insanların evindeki, yüzündeki o endişeleri, o korkuyu görüyorum. Ve bu bana korkunç bir acı veriyordu. Bir kaç şehir dolaştım ben.

Ondan sonra Doğu’da bir yerlere gittim. Bir köy gibi bir yerlerde saklanmaya başladım. En son işte o zamanlar muhtarlara da çok misyon yüklemişlerdi. Eğer köyünüze yabancı biri geliyorsa ve bunu devlete haber vermiyorsa o muhtarlar da suçlu duruma düşüyorlardı. Ondan dolayı gittiğimiz… üç kişiydik biz… Muhtarın acıyan yüzünü hatırlıyorum böyle. O arkadaşların da akrabalarıydı Doğu’da bir yerde. “Lütfen,” demişti, “askerşer geliyormuş köye, beni de zor durumda bırakmayın, buraları da terk edin”. Çok zorlu kış gününde, bir parça sığınacağımız yer yok. Biraz dağlara sığındık, biraz bayırlara sığındık derken baika bir yer arayışına girdik. Baika bir şehre gitmek üzere terminaldeyken beni ta Ankara’dan tanıyan bir polisle karşılaştım.

Karşılaştım derken, polis Ankara’dan Elazığ’a başka birini götürmek üzere gelmiş. Giderken beni terminalde gördü. Adam böyle Yeter Güneş diye geldi karşıma. Ben tanımıyorum tabi adamı da ama adam o kadar emin geliyor ki. Bir de benim üzerimde köylü kıyafetleri felan vardı çok dikkat çekmemek anlamında da giyindiğim bir kıyafetti ama hiçbir şey kar etmedi. Adam hemen telsizle bir duyuruda bulundu. Hemen başka polisler geldi, asker geldi, cemse geldi falan, “bak buraya kadarmış” dedim. Ben yakalandım.

Elazığ’da yakalandım. İşte oranın şubesine götürdüler. Çok az kaldım Elazığ şubesinde. Yani gece bir bile kalmadım. Üç, dört saatlik… telsiz görüşmelerinde duyuyordum da zaten. Ankara’dan arandığım ortaya çıktı. Öyle bir informasyon verdiler ki adamlar, sanki böyle çok bilmem ne birisini bulmuşlar gibi. Kimmiş o diye başka polisler de gelip bakıyorlar. Beni çok büyüttüler kafalarında, öyle böyle değil. Ben de şaşırdım, ben kimim ki ilgi görüyorum böyle diye ama yakalanıp sorgulanmaya başlayınca onların neden bu kadar çok ilgi gösterdiklerini anladım. Neden anladım? Şundan anladım; Benden önce yakalanan arkadaşlarım, tabi ki gördükleri yoğun işkencelerin karşısında bir çok olayı kabul etmişler ve öyle bir şey ki, o zaman 12 Eylül döneminde devlet politik olarak kendini gücünü de ıspatlamak anlamında faili meçhul hiç bir olay kalmamış olacaktı. Yani her olayı devlet bulup çıkarmış olacaktı.

Bundan dolayı da hangi olay varsa ortaya çıkmamış olan, bunu yakaladıkları insanlara işkence zoruyla kabul ettiriyorlar ve cezalar biçiliyor. Bu şekilde devlet kendi gücünü ıspatlamış oluyordu. Benimle ilgili olarak da, aranıyorum. Yakaladıkları arkadaşları bir çok olayları kabul ettirmişler. Tıkanılan yerlerde delil anlamında, işte atıyorum, atmıyorum, öyle de daha doğrusu, hani diyelim olay ortaya çıkmış silah yok. Silah nerede? Yeter Güneş’te. Olayla ilgili başka dokümanlar var. Hani bu dokümanlar nerede? Çıkartamamışlar. Yeter Güneş’te. Yani hakkımda o kadar çok ifade verilmişti ki ve benden yakalandığım zaman istedikleri o kadar çok şey vardı ki böyle, ben de şaşırdım. Olamaz bu kadar bir şey. Bunu herkes biliyor artık, Devrimci-Yol davasının en ağır suçlarıyla aranan, eylemlilik anlamında kişisi haline getirilmiştim.

Getirildiğimi ben de yakalanınca öğrendim desem daha doğru olur yani. Çünkü adamlar bana da sorduklarında “öyle mi?” diye ben de tepki koyuyordum. Yani sonuçta öyle bir durum oldu ki, düşündüm kendi kendime yakalndıktan sonra. İstenilen şeylerin haddi hesabı yok. Ve ben kabul etmedim bunları. Elazığ’da yakalandım. Bin sekizyüzevler’e götürüldüm. Durum ağır olduğu için de götürüyorlarmış oraya. Ve bunu paylaşmak zorundayım. Bundan dolayı da paylaşmak zorundayım; daha sonra da duydum tabi götürüldüğüm yerin nasıl bir yer olduğunu Yanımda bir arkadaşla birlikte yakalandım bu arada ben. Bu emniyetten çıkarıldım.

Tabi bir tek benim üzerimde değil yani bu 12 Eylül döneminde o ifade vermiş insanların hepsi, yaptıkları şeylerden dolayı suçlu değillerdi. İnsanların hiç bir alakasının olmadığı bir yığın suç da insanlar yüklenmişti. Bir yığın suç yani. Dediğim gibi faili meçhul olay kalmayacak adı altında işkenceyle insanlara bir çok şeyi yükldiler adamlar. Elazığ emniyetinden gözümüz bağlı olarak bizi bir yere götürüyorlardı. Anladığım tek olay hani düz bir yolda gitsen araba prrrt gider böyle. Ama sallana sallana gidiliyordu. Otomatikman kafamda düşündüm, bu kadar engebeli, yokuşlu nasıl bir yoldayım ki ben, bilemiyorum tabi gözlerim kapalı bir durumda olduğundan dolayı. Ama bildiğim bir şey varsa, epey uzun süren bir yolculuk vardı.

Sonra bir yere getirildim, orada gözüm açıldı. Hemen resimler mesimler çekiyorlar böyle. Etrafa bakma fırsatım oldu. Ben sadece dağ görüyorum, sadece toprak görüyorum. Hiçbir şey yok etrafta. Tabi insan korkunç ürküyor böyle. Dağın başında bir yerdim. Gerçekten öyle bir yerde olduğumu da polislerin o iğrenç kahkalarıyla ve o iğrenç, çirkin yaklaşımlarıyla gördüm. Orada şunu söylüyorlardı; Allah yok, peygamber de izine gitti. Yani burada başına her şey gelebilir ve bunu hiç kimse duymaz. Kimi konular malesef yok kafamda. Yani kayıp. Hala da kayıp kafamda. Silinmiş olan bir takım şeyler var kafamda o sürece ilişkin olarak. İl önce bir hoş geldin dayağı deniliyor. Öyle aldılar.

Zaten o anda sen düşünüyorsun; bunlar beni daha ne kadar tutacak. Hiç kimsem yok. Bana bunlar her şeyi yapabilirler ve her şeyi yapıyorlar herkese. Bir yere götürdüler. Nasıl bşr yer bilmiyorum ben. Orada sadece, sadece, sadece çığlıklar geliyor kulağına. Sadece çığlıklar böyle. Hani kafamızda o cehennem falan deniliyorla, öyle bir yerlerde. Neredesin, bilmiyorsun. Bir süre sonra o çığlıkların içerisinde kendini de görüyorsun. Yani adamlar hiç şey yapmadan böyle…

Yani ne yapmadan diyeyim, bilemiyorum. Yani birden bire şey gibi düşünün, korkunç şeylerin yapıldığı bir karanlık çukurun içine sokuluyormuşsunuz gibi. Birden bire bakıyorsun böyle yukarıda bir yerdesin, kendine arada bir geldikçe. Askı deniliyor. Bakıyorsun askıya alınmışsın. Ben hep bunları parça parça yaşadım. Öyle sanıyorum ki… Şundan dolayı parça parça yaşadım, büyük bir olasılıkla bayılıyordum. Kopuk çünkü bir takım şeyler. Bakıyorum yukarıdayım. Elimde, ayaklarımda kablolar var. Yukarıdan aşağıyı görüyorum. Korkunç, insana benzemeyen yüzler… Büyük bir keyif alıyorlar. Çeviriyor elektrik verdiği manyatörü. Sen o anda çığlık çığlığasın ve o senin çığlığına kahkahayla cevap veriyor. Korkunç, insan olmayan bir … insan görünümlü gibi insanlar diyeyim.

Ondan sonra bakıyorsun… Ben böyle hissettim diyeyim, böyle yaşadım. Bir gözümü açıyorum bir tekerin içindeyim. Nasıl bir tekerin içindeyim ben? Bildiğiniz bir araba tekerinin içine sokmuşlar beni. Ben şey olarak da hatırlıyorum böyle… Yani sanki korkunç bir şeyin içindesin. Neyin içindesin? Kabusun içerisindesin. Korkunç bir kabusun içindesin. Yani sen sen değilsin. Sen birilerinin eline bırakılmışsın ve seninle oynuyorlar. Canlarının istediği gibi oynuyorlar. Yani karşılarında bir insan mı var?

İnsanı bırak bir canlı mı var? Onun duyguları mı var? Düşünceleri mi var? Biz ona şu an bir şeyler yapıyoruz ama bir de kendi kendimize kalınca ona yaptığımız şeyler aklımıza mı gelir?”

Viyana 2021_22 belgeseli için Yeter ile yapılan röportajlardan

 

Nach der Verhaftung

“Wir trugen eine solche Begeisterung in uns in jeder Hinsicht. In einem solchen Prozess befanden wir uns, als uns ein riesiger Panzer überrollte. Tatsächlich zerbrach die revolutionäre Bewegung trotz ihres ungeheuren Aufstiegs in sehr kurzer Zeit. Alle kamen ins Gefängnis. In kürzester Zeit waren nur noch die Schritte der Soldaten zu hören. In sehr kurzer Zeit wurden wir vor Gericht gestellt. In sehr kurzer Zeit wurden viele unserer Freunde hingerichtet, zu Tode gefoltert. Die Gefängnisse waren zum Bersten voll.”

“Wir machten eine in jeder Hinsicht schreckliche Phase durch. Dutzende Freund*innen verschwanden, bislang konnten wir nicht einmal ihre Spuren ausfindig machen. Sie werden immer noch gesucht, von den Samstagsmüttern. Es gibt nach wie vor Gesuchte/Verschwundene. Noch immer tauchen beim Baggern – ist das Zufall oder Absicht – Massengräber auf. So viele Jahre sind vergangen, aber es dauert noch an, immer noch ist der 12. September. Das Leid geht weiter.”

“Ich sah nur Berge, nur Gelände. Absolut nichts warrundherum. Natürlich jagteinem das schreckliche Angst ein. Ich war irgendwo auf einem Berg. Ich sah, dass ich an so einem Ort war, das ekelhafte Lachen der Polizisten und ihre eklige, abstoßende Umgangsweise. Dort sagten sie: Es gibt keinen Gott und der Prophet ist auf Urlaub. Hier kann dir also alles passieren und niemand hört es.”

“In dem Moment denkst du bereits, wie lange behalten sie mich denn hier. Ich hatte niemanden. Sie konnten mir alles antun und sie tatenallen alles an. Sie haben mich irgendwohin gebracht. Ich weiß nicht, wohin. Man hörte dort nur Schreie. Nichts als Schreie.Also das, das wir in unseren Köpfen Hölle nennen, irgendwie so wohin. Duweißt nicht, wo du bist. Nach einer Weile findest du dich selbstin mitten dieser Schreie. Ich meine, ohnedass die Männer etwas getan haben… Ohne dass sie etwas etwas getan haben, ich weiß nicht, wie ich das sagen soll. Stell dir vor, du findest dich plötzlich in ein dunkles Loch gesteckt, in dem schreckliche Dinge passieren. Du schaust und findest dich plötzlich oben in der Luft, wenn du ab und an zu dir kommst. Es heißt Haken. Sie haben dich auf den Haken gehängt. Ich habe das immer so zerstückelt erlebt. Ich nehme an … dass ich das alles in Stücken erlebt habe, ist weil ich wahrscheinlich immer wieder in Ohnmacht gefallen bin. Einige Stellen sind abgerissen… Ich schaue, ich bin oben.”

“Bitte lass mich sterben. Bitte lass mich sterben. Die Dinge, die mir angetan wurden, waren so schrecklich für mich.Wenn ich sage, dass das wahrscheinlich der einzige Weg war, all dieUntaten, die mir zugefügt worden waren, loszuwerden? Ich dachte, dass nur Nichtsein so viel (Un)Taten/das alles ungeschehen machen kann. „Ich bin nicht tot. Ich bin nicht tot. Ich bin nicht tot.“, ich begann mich langsam aufzurappeln. Das erste, was ich mir sagte, war: “Yeter, komm zu dir, reiß dich zusammen! Natürlich bieten sie dir keinen Rosengarten. Es sindFaschisten. Du bist in den Händen des faschistischen Staates. Sie werden dir alles antun und tun es dir an. Du stirbst nicht. Du stirbst nicht und machst ihnen damit eine Freude. Was sie wollen, wirst du nicht tun, wirst du nicht tun, wirst du nicht tun! ” Für eine Weile kamen nur diese Worte aus mir heraus.”

“Eigentlich hatte ich das zu mir gesagt, sagte es aber laut, sodass die Polizisten diesmal anfingen, mich mit meinen Worten zu foltern. “Du machst das nicht! Du gestehst nicht! Du machst das nicht! Du gestehst nicht!” Das war wie einMantra. Es war sogar so, dass die Männer angefangen haben, mich zu foltern, damit ich die Worte nicht sage. Aber ich nehme an, dassich mich darauf vollkommen konzentrierte, mit dem ganzen Kopf, dem ganzen Gehirn; “Das machst du nicht! Du sagst nichts!Das machst du nicht! Du sagst nichts!Das machst du nicht! Du sagst nichts!” Ich sagte diese Worte immer wieder und wieder. Das machst du nicht! Du sagst nichts! So habe ich dieses Kapitel/diese Periodefertiggebracht. Ich habe sie nicht glücklich gemacht. Die revolutionäre Sturheit hielt an. Sie hielt bis zum Schluss. Ich habe nichtsgestanden. Damit, dass ich keine Zugeständnisse machte, stärkte sich meine Widerständigkeit. Damit, dass ich nichts eingestand, bekam ich mehr Widerständigkeit.”

“In diesem Moment sagte ich mir: „Ja, ich bin in die Hände des Feindes gefallen und es geht los, das alles geht jetzt los. Und du wirst schweigen. Sie werden anfangen, du wirst den Mund halten.“

“Jedes Zeitgefühl war abhanden gekommen. Ist es Morgen? Ist es Abend? Welcher Tag? Wie viele Tage sind vergangen? Was ist passiert? Was ist geschehen? Ich wusste nichts davon.”

“Ich war sehr bestürzt, dass meine FreundInnen vor mir Aussagen machten. Aber da dauerte nur kurz. Dort haben sie die gleichen Methoden angewandt. Sie schrieben genau dasselbe, was die anderen geschrieben hatten, und baten mich, es zu unterschreiben. Als ich sagte, dass ich so etwas definitiv nicht unterschreiben würde, hatte der Krieg begonnen. Und so ging es weiter. Ich werde jetzt all die bekannten Klassiker erzählen, die wir in der Zeit nach dem 12. September als Folter durchmachten, so wie es Klassiker in der Literatur gibt. Also Folter, Elektroschocks, Bastonade, Überfallen/Ausziehen, Prügelstraßen, das machten sie hier häufig.”

aus Interviews mit Yeter für den Dokumentarfilm, Wien 2021_2022

Ankara Mamak mahkeme salonundan…

Tüm kadın arkadaşlarım tahliye olmuştu ve ben Tek kalmıştım…

 

 

 

Cezaevinde  Evlilik

 

 

Kaybolan Mektubum

Mahkeme arası

 

 

Mamak görüşe giden aileler

 

 

 

Mamak’ta ölüm hücreleri dediğimiz yer altındaki yere Avrupa heyeti ve gazeteci ziyareti

 

No comments so far.

LEAVE YOUR COMMENT